RT ERDOĞAN MI, YOKSA “ALTIN ŞAFAK” MI?
Mebus İlhan’ın koyduğu ikileme
bir bakın!
GÜNDEMİ YORUMLARKEN
23/12/2017 tarihli BARİKAT sitesinde KARAÇALI başlıklı mizah köşemde İlhan
Ahmet’in –benim anladığıma göre- RT Erdoğan’ın ziyaretini isim vermeden eleştirmesini
(Kötü niyetli hiç kimseye gelip te yukarıda Trakya'daki herhangi bir durumu
sorgulama hakkını vermemeliyiz) aşağıdaki gibi tiye alıyorum, onun soykırım
provokasyonunu Ayhan ve Mustafa aleyhinde kullanış biçimini taklit ederek, yani
onu kendi silahıyla vurarak:
“Eğer ki mebus İlhan Ahmet,
Cumhurbaşkanımız sayın RT Erdoğan’ın Batı Trakya’daki durumları kötü niyetle
sorguladığını iddia ederek ona bölgemizi ve Azınlığımızı ziyaret etmeye izin
verilmemesi gerekirdi diye bir görüş bildirmiş ise, bu görüşü ifade özgürlüğü
çerçevesinde saygıyla karşılarız, amma aynı zamanda büyük bir MİLLÎ HATA olarak
kabul ettiğimizi de ilan ederiz. İlk defa bu hatayı yanlışlıkla işlemiş
olabilir, ancak bir defa daha tekrar etmemesi için çok dikkatli davranmalı ve
düşünmeden konuşma alışkanlığını terketmelidir. Millî Merkez, kandırılarak
millî çizgi dışına çıkmış kişinin pişman olup tövbe ettikten sonra geri
dönüşüne müsaade eden geniş bir hoşgörüye sahip olduğunu defalarca
göstermiştir. Ancak kıyamete kadar affetmeyeceği biri varsa, o da şu 240 imam
yasasını Bakoyani ile birlikte hazırlayıp onu Azınlığa empoze eden haindir.”
Ve Derin Devlet’in iki mebus arkadaşı Mustafa ile Ayhan aleyhinde yürüttüğü
linç kampanyasından yararlanmaya gidişinin nasıl bir boş hareket olduğunu
göstermek için bir zamanlar benzerine kendisinin de uğradığını hatırlatıyorum.
Eskilerden ilk mebusluğunda o “meşhur” 240 imam yasasının hazırlanmasına
katkıda bulundu diye Halit Eren’in azınlık önde gelenleriyle özel olarak –İlhan
için– yaptığı bir toplantıda hakkında neler dediğini bir kez daha
hatırlatıyorum.
Çünkü daha önce ilk defasında karşılıklı oturup tartışmıştık bu konuyu, ben
ve İlhan. O, konunun deşilmesini hiç istemiyordu. Hayatından bu olayı koparıp
atmak istiyordu sanki, unutmak istiyordu. Tartışmaya onu ben zorla soktum. Koca
Kapı tarafından cezalandırılan tüm azınlık bireylerinde görülen aynı şey.
“Irzına geçilmiş kadın sendromu” diyorum ben buna. Hiciv yazımda nezaketen
lanet okunan kişinin İlhan olduğunu ifşa etmiyorum. Ama artık “takke düştü kel
açıldı”.
Hayret, İlhan mahkemeye vermek yerine cevap veriyor, örneğin, aşağıdaki
gibi:
“Sevgili agam; Erdoğan’ın
ziyaretini eleştirdiğimi ve bu ziyarete karşı çıktığımı söyleyerek bana
haksızlık ediyorsun. İster inan ister inanma, kınamak istediğim aklımdaki hedef
ABD Selanik konsolosu idi. İfademi yumuşatmak gayreti içinde sonunda ağzımdan o
sözler çıktı. Orada tarif edilen de Amerikan konsolosundan başka her şeye
benzedi. Tabii, doğru, o sözler en çok Erdoğan’a çağrışım yaptırıyor. Sen de söz
konusu ifademi, içimden geçenleri bilmediğin için, öyle yorumlamakta haklısın.
Ama bil ki, hedefim ABD konsolosu idi. Ellerinden öperim. Rodop milletvekili
İlhan Ahmet.”
Böyle bir yanıt yok canım, ben uydurdum. Ancak buna benzer bir yanıt verse,
ikna olup olmayacağım ayrı konu, mesele oracıkta kapanırdı.
Veya susmuş olsa, sıkışınca sık sık yaptığı gibi.
Ama onun yerine İlhan’da panik, o gizlemeye çalıştığı bir cümlelik ifade
ifşa oldu diye. Panik halinde yanıt veriyor ve her şeyi reddediyor, ağzını bir
karış açarak ve gaf üstüne gaf yaparak. Suçüstü yakalanmış insanın hali. Ama
hem suçlu hem güçlü. O haliyle yanıtında bana hakaret ve iftira ediyor, ama
sözüm ona nezaketi de elden bırakmıyor (!). “Aga, yaktın beni!” diye
çığlıkların duyuyor gibi oluyorum.
Çığlıklarını duyar gibi olunca farkediyorum ki, onu anlamadan Derin
Devlet’e “karfilemişim”. Oysa niyetim biraz iğnelemek ve ikidilliliği ile biraz
dalga kırmaktan daha başka bir şey değildi. Başımızın üstünde Damokles’in
kılıcı gibi bir Derin Devlet mekanizması bulunduğunu ben bile unutuyorum zaman
zaman, Batı Trakya’da Erdoğan devletinin sınırları dışında yaşadığımı ve bu
yüzden dokunulmazlığım olduğunu sanarak.
“Kirli işlerde” kullanılan BİRLİK gazetesinin sitesinden mebus İlhan’ın verdiği gerçek yanıta bir bakın:
“KÖTÜ NİYETE, ART NİYETE VE
İFTİRAYA ÜZÜLÜYORUZ
12 Aralık tarihinde
parlamentoda yaptığım bütçe konuşmasından cımbızla çıkarılan bir cümleyi 22
Aralıkta yorumlayan İbram Onsunoğlu, bunu Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip
Erdoğan aleyhinde söylediğimi iddia edecek kadar iftiraya sarılmıştır.
Batı Trakya’da azınlık toplumu
içerisinde Yunancayı en iyi bilenlerden biri olarak Onsunoğlu’nun meclis
konuşmasında ifade ettiğim cümlemde neonazist
Altın Şafak partisini kastettiğimi anlamamış olması imkansızdır.
Fakat Azınlığımızda imkansız
şeyler maallesef imkan dahiline girmeye başladı.
Onsunoğlu’nun düştüğü hüzünlü
durumu üzülerek müşahede ediyoruz.
Saygı duduğumuz, sevdiğimiz ve
fikirlerinden istifade ettiğimiz Onsunoğlu’nun kötü ve artniyetle iftiracı duruma düşmesine üzülüyorum.”
(İlhan’ın bu yanıtı, BİRLİK’in sayfasında benim f/b’ta Erdoğan hakkında iki
eleştirel hiciv paylaşımım ve “Onsunoğlu’ndan
Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hakaret” başlıklı bir yorum ile “süslenmiş” bir
biçimde sunuluyor. “Erdoğan’a ben hakaret etmiyorum, ona hakaret eden asıl
Onsunoğlu’dur” demek istercesine... Oh, ne ucuz oyunlar! Böyle şeylere nasıl
tenezzül ediyor? Bu İlhan, hepten hayal kırıklığı! Yazık!
Sanki ben Erdoğan’a karşı olduğumu onun gibi “göt korkusuna” gizlermişim
gibi. Sosyal medyada Erdoğan hakkında 2 değil, 100’den çok eleştirel paylaşımım
var. Ben Erdoğan’ın sansür koşullarına hapsetmedim daha kendimi.)
Yanıtında bana iftira ediyor, göz göre göre, “Onsunoğlu kötü ve artniyetle
bana ifira etti” diye yalan söylerken. Oysa iyi niyetli bir kapışmada ilk ele
alınacak, o puslu demeç yüzünden “yanılmış olabilir” olasılığıdır. Niye
yanılmış olabileceğimi göstermektir bana, gösterebilirse. İlk andan itibaren
“İftira iftira!” diye bağırmak değil. Kelime oyunlarına başvuracak olursak; ben
ona ilk mizahî yazımda bile “Erdoğan’ı kınadı” demiyorum, “besbelli Erdoğan’ı
kastediyor” ve “eğer Erdoğan’ı kastediyorsa” diyorum... Neyse.
Ama aslında İlhan bana yanıt vermiyor, zoru benimle değil. Şimdiye kadarki
eleştirilere yanıt mı vermiş ki şimdi versin? Azınlığı gözetleyen, denetleyen
ve cezalandıran erke –Derin Devlet’e ve Halit Eren'e yanıt veriyor. Hepimiz
gibi onların önünde sınav ve hesap veriyor. Şahsı aleyhinde yeni bir linç
kampanyasını engellemeye çalışıyor. O demeci duyulduktan sonra kendisine hesap
sorulacağını biliyor, cezalanma sürecine girdiğini biliyor ve kendisinden ilk
başta bir tekzip beklendiğini biliyor. Daha neler beklendiğini de. Şantaj, Derin
Devlet’in elinin kınasıdır. Ve Erdoğan’ı kastettiğini nefretle reddediyor. “O
ifademde neonazi Altın Şafak’ı kastettiğim o kadar açık ki, Onsunoğlu’nun bunu
anlamaması mümkün değil. O halde bana iftira ediyor! Ona yazıklar olsun!”
“... Kötü
niyetli hiç kimseye gelip te yukarıda Trakya'daki herhangi bir durumu sorgulama
hakkını vermemeliyiz...” Bu ifadeyle Altın Şafak’ı kastettim (!!!) diyebilmesi
için karşısındakini enayi yerine koyacak kadar enayi olması gerekir insanın. Ne
biz enayiyiz, ne azınlık kamuoyu enayi, ne de İlhan enayi.
Sadece İlhan panikte, ikinci bir linç kampanyasından korkuyor. Derin Devlet
ısrar ederse, siyasî kariyerinin sonu olabilir.
İlhan’ın “enayi yerine koyduğu”, aslında Halit Eren, onun aleyhinde ilk
linç kampanyasını tetikleyen derindevletçi. Bütün bunlar, “ha vallahi ha
billahi Erdoğan değildi de Altın Şafak’tı, Onsunoğlu iftira ediyor” falan
filan, Eren’i kandırmaya yönelik umutsuz
çabalardan başka bir şey değil.
İlhan’ı gazetecileri dava etmeye başladığından beri birçok kez eleştirdim,
hem de sert eleştirdim. Ne yanıt verdi, ne de dava etti. Alışkanlığını terk
edişi ve beni tekzip edişi, bu kez işin içine Erdoğan’ın girmesine tesadüf
etmiştir. “Erdoğan’ı eleştirdi-kınadı” damgasıyla dolaşamazdı. Tekzip etmeden
duramazdı. Aklanmanın ilk adımı. İlhan’ın beni dava edişi de o sohbetimde Halit
Eren’i ismen zikredişime tesadüf etmiştir. Eren, isminin ve faaliyetlerinin
zikredilmesini “ölümle cezalandıracak ölçüde” («επί ποινή θανάτου») istemez.
İlhan’ın tekzibine benim verdiğim karşılık ta şöyle:
İLHAN AHMET'İN İKNA ETMEYEN TEKZİBİ
“Kötü niyetli hiç kimseye gelip
te yukarıda Trakya'daki herhangi bir durumu sorgulama hakkını vermemeliyiz.”
Bak İlhan, milletvekili kadaşım, Mecliste sarfettiğin yukarıdaki bu sözü
yanlış anlamış olabileceğimi kabul etmeye hazırım ve bu doğrultuda seni haksız
yere hicvettiğimi de kabul edip özür dilemeye bile hazırım. O “puslu” cümlede
kastedilen KİŞİNİN, iddia ettiğin gibi, Trakya’yı ziyaret eden Çavuşoğlu veya
ERDOĞAN değil de, ALTIN ŞAFAK olduğuna dair bir tek kanıt göstermiş olsaydın.
Bıraktık o cümleyi, koskoca tekzibine bile bir tek kanıt eklememişsin.
Tekrar ediyorum, beni (ve herkesi) o “puslu” cümleyle yanılttığını ve bu
yanılgı doğrultusunda seninle haksız yere dalga geçtiğimi kanıtlamış olsaydın
derhal özür dilerdim. Ama samimî ve dürüst olacaksak, önce senin benden ve
herkesten özür dilemen gerekirdi, bu muallak ve belirsiz ifadeyle yanılgıya yol
açtığın için. Altın Şafak öyle mi eleştirilirmiş? Bize o sözlerin Erdoğan’a
yönelik olamayacağını nasıl düşündürebilirsin?
O sözünü şimdi bir kez daha okuyorum ve orada, tekzibine rağmen, ne yazık
ki Altın Şafak’ı değil, hatta Hakan Çavuşoğlu’nu bile değil, yine ERDOĞAN’ı
görüyorum. Niye Altın Şafak’ı değil de Erdoğan’ı, nedenlerini sıralayayım mı?
İLHAN AHMET'İN İKNA ETMEYEN TEKZİBİ
1.Gündem, Altın Şafak ve Trakya (Azınlık) değildir, Erdoğan ve Azınlıktır.
2.Altın Şafak “bir kimse” değildir, partidir, Erdoğan “bir kimsedir”.
3.Altın Şafak’ın Trakya’ya gelmeye ihtiyacı yoktur, çünkü zaten burdadır,
Trakya’dadır, Trakya’ya gelen Erdoğan’ır.
4.Altın Şafak Trakya’daki durumu -Azınlığı sorgulamamakta, öyle hafif
işlerle uğraşmaz Altın Şafak, Azınlığın yok edilmesini savunmakta ve talep
etmektedir. Trakya’daki durumu -Azınlığı ziyaretinde Erdoğan sorgulamıştır,
Lozan’ı, Müftülük konusunu ve Azınlığın çok etnik parçalı yapısını.
5.Altın Şafak’a “sorgulama hakkı vermemeliyiz” diyemezsin, zira nazi mazi
ama Yunan partisidir. Fakat Erdoğan’ın ziyaretine müsaade etmeyerek bu hakkı
ona vermeyebilirsin.
İşte 10 kelimelik cümlede kastedilen kişinin Altın Şafak değil de Erdoğan
olduğunu gösteren ve gizleyemediğin 5 neden. Ama çok daha önemli ve ağır olan
bir altıncı neden daha var, İlhan. Orada Erdoğan’dan söz ettiğini gösteren.
Senin için en onur kırıcı olanı. Şimdilik açıklamayacağım. İnşallah beni mecbur
etmezsin. Ve fırsattan istifade sana oldum olası izlediğim bir ilkemi
söyliyeyim. “Asla insanların ayıplarını yüzlerine vurmayacaksın, onları
kendilerinden utandıracak ölçüde.”
Dayanılmaz bir hafiflikle sana iftira attığını söylediğin İbram aganı,
vallahi bu lafınla hem güldürüyorsun, hem gücendiriyorsun. Çünkü söz konusu
suçlamanın, değil bana dokunmasını, yanımdan bile geçtiğini hissetmiyorum. Ama
öte yandan benim, iftira da ne demek, sivri dilimin en ufak bir haksızlığa yol
açacağından bile içim titrerken, sen kalk yalan olduğunu bile bile sana suç
attığımı ilan et, nasıl gocunmayayım? Beni iyi tanımıyorsun.
Ha şimdi seni mercek altına aldığım doğru. Bu tekzip ettiğin son yazım da o
halin tezahürü. Mercek altında olmasaydın, herkes gibi ben de belki o demecini
görmezlikten gelecektim. İki blog yazarını-gazeteciyi mahkemeye verişini,
Azınlık içinde toplumsal ve siyasal bir cinayet olarak değerlendiriyorum.
Azınlıkta bir süredir yeniden hortlayan korku imparatorluğunu derinleştirecek
ve ifade özgürlüğünü daha da kısıtlayacak bir hareket olarak. Bu davalar bana
göre iki kişi arasında ve iki kişiyi ilgilendiren konular değildir. Bir
“azınlık davası” söz konusudur. Hayırlısıyla sonuçlanıncaya kadar “sıkı takip”
altında olacaksın. Sırada başka eleştiriler geliyor.
Son olarak. Peki be İlhan, madem kastettiğin Erdoğan değildi de ALTIN ŞAFAK
idi, o zaman konuşmanın o bölümünü azınlık kamuoyuna dağıttığın Türkçe
çeviriden niye çıkardın? Biz diyelim ki Altın Şafak’ı tarif ettiğini anlamadık.
Onun kendisi anladı mı? Hadi bizi yanılttın. Altın Şafak’ı da mı yanılttın?
İbram Onsunoğlu
Ετικέτες: Yunanistan, Batı Trakya, İlhan Ahmet, İbram Onsunoğlu, Tayyip Erdoğan, Türkiye, Hakan Çavuşoğlu, Halit Eren